Kuran’da her bilgi var mıdır?

“el Cevabul Münir Abrul Ethir” (İnternet Üzerinden Aydınlatıcı Cevaplar) kitabından Soru 310:

Selam olsun size, şerefli üstadımız.

Sizden duydum ki, siz Kuran’a Mercilerden daha alimsiniz. Ve Kuran hakkında bir sorum vardı ve onun için Mercilerinden bir cevap almadım. Umarım ki, sizden bir cevap alırım zira siz Kuran’a onlardan daha alimsiniz.

Soru şudur: Allah (svt) Kuran’da buyurur [Ve biz sana Kitabı her şey için bir açıklama olarak indirdik.] (Nahl 89). Ayet diyor ki, Allah Kuran’ı her şeyi açıklamak için indirdi, ve Ben Kuran’da her şeyi görmüyorum. Kuran her şeyi açıklıyorsa, o halde Kuran’da bakteri nerededir? Kuran’da tren nerededir? Kuran’da odun çeşitleri nerededir? Bunlar (bazı) şeylerdir ve Kuran her şeyi açıklar!

Umarım ki, siz, mevlamız, Kuran’ın dinin ve bu dünyanın meselelerinden her şeyi nasıl açıkladığını bana beyan edersiniz.

Beni affedin, zikretmediğim pek çok hadis de vardı ki, onlar Kuran’ın tüm hükümleri ve halleri vb.’ni kapsadığına işaret ediyorlar fakat elbette biz onların hepsini Kuran’da görmüyoruz, umarım bunu çabucak açıklarsınız.
Teşekkürler ve Allah bizi sizin takipçileriniz arasında kılsın.

Gönderen: Haşim Alevi – Kuveyt

Cevap:

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla
Tüm Övgüler Alemlerin Rabbi Allah’a Aittir
Allah’ım Muhammed ve Al-i Muhammed, İmamlar ve Mehdiler üzerine salat et

Allahu Teala buyurmuştur: [Ve o gün, bütün ümmetlerin içinde, onların üzerine, onların kendilerinden bir şahit getiririz. Ve seni de onların üzerine şahit olarak getirdik. Ve sana, Kitabı Müslümanlar için her şey için bir açıklama, hidayet, rahmet ve müjde olarak indirdik.] (Nahl 89)

Ve Allahu Teala buyurmuştur: [Eğer gerçekten onunla dağlar yürütülen veya onunla yer yarılan veya onunla ölüler konuşturulan bir Kur’an olsaydı bile, (o bu Kuran olurdu), bütün işler (emirler) Allah’ındır. İman edenler hâlâ ümitlerini kesmediler mi? Allah dilemiş olsaydı insanların hepsini elbette hidayete erdirirdi. Kafir olan kimselere, yaptıklarından dolayı büyük bir musibetin (cezanın, felâketin) isabet etmesi veya yurtlarının (evlerinin) yakınına musibetler hulul etmesi, Allah’ın vaadi gelinceye kadar devam eder. Muhakkak ki Allah vaadinden dönmez.] (Rad 31)

Kuran’a ve onun ister dünyalık meseleler için ister dini şeyler için olsun nasıl her şey için açıklamaya sahip olabildiğine bakmadan önce, şuna dikkat etmeniz gerekir ki, genel kapsayıcı ilke –ki onun altında pekçok kısmi yön, hatta kısmi ilkeler yatar- aynı zamanda bu kısmi yönlerin veya kanunların bir açıklamasıdır. Bunun için sana bir örnek vereceğim.

Sana dersem ki: “Senin için her şey paktır, senin için onun özellikle necis olduğuna delil olana dek”
O halde bu genel bir fıkhi ilkedir, ki altında pek çok başka ilke yatar, örneğin yolda bulunan ve durumu bilinmeyen su paktır, durumu bilinmeyen ve yerde duran kap paktır, durumu bilinmeyen ve yolun ortasında ya da evin salonunda duran hasır paktır…vb. ve bu genel kapsayıcı ilkeden bunun gibi pek çok diğer ilke çıkabilir.

Ayrıca meşhur fizik bilimine istinaden dersem ki: “Her etki için bir tepki vardır.”, o halde bu genel bir fiziksel ilkedir, ki ondan çok çok fazla ilke çıkar, atomların çarpışması ve onun bölümleri bu tepkilerdendir, sürtünme ilkelerine, uçma ilkelerine, “her etki için bir tepki vardır” genel kapsayıcı ilkesinin alanı altında var olan pek çok ilkeye kadar (hepsi sözü edilen bu tepkilerdendir.)

Şimdi, Kuran’a geri gidiyor ve Kuran’ın nasıl her şeyi açıkladığını soruyoruz. Ve Kuran nerede her şeyi açıklamıştır? Araştırmamız iki yöne odaklanacak, en azından dini yön ve dünyalık meseleler yönü.

Dini tarafa gelince, Kuran bize içinde kurtuluşumuzun yattığı inancı/itikatı vermiştir, o (itikat) Allah’ın egemenliği ve Allah’ın mahlukatının bu yeryüzünde her çağda kendisiyle imtihan edildiği Onun halifesinin varlığıdır. Din, her çağda Allah’ın halifesinin kanadının altında yatar, böylece kurtuluş ona uymakta ve emrettiği şeyi yerine getirmede yatar.

[Şüphesiz, Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.] (Bakara 30)

Ayrıca Kuran ibadetin genel kapsayıcı ilkelerini açıklamıştır; namaz hususunda açıkladı ki, o (namaz) Kuran okuma, rüku ve secdedir. Oruç hakkında açıkladı ki, o (oruç) Ramazan ayında isteklerden kaçınmaktır…Ve bu yüzden, Kuran genel kapsayıcı ilkeyi açıklamıştır, zikredilen ibadetler hususunda geriye kalan şeylere gelince, onlar (o hükümler) Allah’ın halifesinin yeryüzünde ortaya koyduğu şeylerden alınmalıdır.

Bu dünyanın meselelerine gelince, Kuran örneğin genel bir ilke açıkladı, şöyle ki bedenler aleminin her şeyi, onun (bedenler aleminin) kendisinden yaratıldığı ve onun (bedenler aleminin) daima kendisiyle var olduğu ilk/baş güce geri döner. [Ve semaları ve arzı (yeryüzünü) hak ile yaratan O’dur. Ve “Ol!” dediği gün olur. Onun sözü haktır, sur’a üfürüldüğü günde mülk Onundur. Bilineni (görüneni) ve bilinmeyeni (gaybı) bilen O’dur. Ve O, hüküm sahibidir, haberdar olandır.] (Enam 73)

Sonuç olarak, Kuran açıkladı ki, fiziki madde ona dedikleri gibi güç veya enerjiye döner, dolayısıyla madde sadece enerjinin yoğunlaşmasıdır. Ve bu mesele, Einstein’in özel görelilik teorisinin uygulanması, laboratuvar deneyleri, maddenin veya cismin enerjiye dönüştürülmesi ve tam tersi (enerjinin maddeye dönüştürülmesi) sayesinde bin yıldan uzun bir süre sonra artık bilinmektedir.

Dolayısıyla bu, bu fiziki dünyayı yöneten ve altında diğer ilkeler yatan genel kapsayıcı bir ilkedir.
Bu yüzden, aslında her şeyin açıklaması Kuran’da vardır, ister bu maddi dünya ve onun içindeki şeyin bir açıklaması olsun, ister dinin bir açıklaması olsun.

Sorunuzda dahil olan fiziki örneklere gelince, onlar, kısmı meseleler gibi, bu fiziksel dünyanın Kuran’daki genel kapsayıcı ilkesinin altında yatar. Böylece onların varlığına, devamına ve bileşimine ilişkin olarak onları yöneten genel kapsayıcı ilke onların bir açıklamasıdır.

Ve umarım, ayrıntılı zikrediş ve bizim tartıştığımız açıklama arasında bir kafa karışıklığı yoktur. Sizin zikrettiğiniz bu maddi meselelerin zikredilişi, Kuran’da değildir, zira Kuran bir gerekçe kitabı değildir ve Mülk ile Melekut (Saltanat alemleri ve ruhsal alem) alemlerinde var olan şeylerin sayım kitabı da değildir, fakat başka bir sayım kitabı vardır. Allahu Teala buyurmuştur:

[Şüphesiz, Muhakkak ki Biz, ölüleri diriltiriz. Ve takdim ettiklerini ve onların eserlerini yazarız. Ve herşeyi apaçık bir İmam’da saydık.] (Yasin 12)

Bu ayet ve tartıştığımız [Ve biz sana Kitabı her şey için bir açıklama olarak indirdik.] ayeti arasındaki farka dikkat edin. Herşeyi saymak ve her şeyi açıklamak arasında büyük fark vardır. Öyleyse mahlukat alemlerinin ve onların hakikatinin genel açıklamasının parçası olarak, var olan şeylerin açıklaması Kuran’da vardır.

İnsanların bu genel kapsayıcı ilkeyi farketmemesine gelince, o (ilke) orada olmadığından böyle değildir, bilakis, onların onu (ilkeyi) fark etmedeki eksikliklerinden dolayı böyledir. Ve ayrıca onlar bu eksikliğin nedenidir, ya da aksi halde, onların fıtratlarında bu açıklamayı fark etme kabiliyetine sahip olurlardı.

Gerçekte, onların inancı şüphe ve tereddüd ile karışıktır, o en azından, onları ortaya koyulan şey üzerinde düşünmekten uzaklaştırır, hatta onlar kaynağa (onu ortaya koyan kimseye) iman ettiklerini iddia etse bile.

Örneğin, Kuran onlara bin yıldan daha uzun süredir Allah’ın (svt) şu kelamıyla bağırırken: [Ve bu dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muhakkak ki ahiret yurdu, elbette o gerçek hayattır. Keşke bilselerdi. ] (Ankebut 64) ve Peygamberler ile Vasiler onlara “Bu dünyada, bir yanılsamada yaşıyorsunuz ve hakikat diğer hayattır.” diye söylerken, insanlar onlara gülerdi.

Evet, onların döneminde yaşayan kimseler onlara gülerler ve kabalıkla gülerdiler, zira onları ilk yerde yalanlıyorlar ve onlardan sonra gelen kimseler de bu rivayetlerin mantıklı olmadığı ve hiçbir aklın onları kabul etmediği gerekçesi altında onları yalanlıyorlar.

Bu yüzden, insanlar gaybten bir şey kabul etmezler, zira onlar gayba iman etmezler, bilakis onlar sadece bedenlere iman ederler.

Bu yüzden, onların Dünyanın sadece bir geçiş yurdu olduğunu, fiziki bedensel maddenin sadece bir yanılsama olduğu ve ahiretin sabit/kalıcı hakikat olduğu hakkında Peygamberler, Vasiler ve Kuran’dan nakledilmiş olan ve nakledilen şeylere iman ettiklerini görmezsiniz.

Ve Avrupa laboratuvarı gibi bir deney laboratuvarı onlara maddenin bir yanılsama olduğunu, onun var olmadığını, var olan şeyin sadece tek güç olduğunu ve maddenin kökende tek güce giden güçlerin güçlü bir konsantrasyonu/yoğunlaşması olduğunu söyledikleri zaman, onlar bu haberleri açık bir göğüsle karşılayıp ona inanacaklardır. Bu onlara mantıklı gelmezse, onu anlamasalar veya farketmeseler bile, zira onlar fizikçilere güvenirler ve onların dedikleri şeye güvenirler, zira onlar bu fiziki alemde kendi sözlerinin bir uygulamasına dokundular.

Oysaki, Peygamberler ile Vasilerin sözleri gaybtır, çoğu sefer bu fiziki alemden uzaktır ve onların sözleri insanların gayba inanmasına ve onun etkilerine dokunmak için gaybın gerçek gücüne iman etmelerine ihtiyaç duyar, yani, burada (peygamberlere, vasilere ve onların sözlerine iman etmelerine gelince), güven etkilerden ve işaretlerden önce gelir, oysaki bu insanlar fiziki etkilere/işaretlere dokundular sonra da onlara güvendiler.

Ve bu yüden insanların tüm dikkati, ondan başka neredeyse hiçbir şey görmedikleri bu dünya üzerindedir, o halde sonuç şudur ki, onlar fiziki maddeye iman ederler ve gayba iman etmezler, ya da ona iman ederler fakat kendilerinin içinde bulmaya çalıştıkları çok zayıf titrek bir inanç, ya da onlar dokunabilecekleri fiziki etkiler sayesine onu güçlendirmeye çalışırlar, yani, onların sahip olduğu şey sadece yarım imandır ya da çeyrek iman ya da onda bir imandır. Fakat, o asla gayba tam iman değildir. Durum budur, çünkü o (iman), dokunulabilen fiziki etki, bir mucize ya da onu adlandırdıkları gibi “keramet” ile karışıktır.

Maalesef, insanların çoğunun seçimi, neredeyse hiç değişmeyen bu seçim, bu fiziki dünya ve onun içindeki şeydir. Hatta onlar gayba iman etmeyi seçtiklerinde, bu imanın bu fiziki dünya vasıtasıyla olmasını isteyeceklerdir.

Dolayısıyla onlar gaybı mucizevi fiziksel bir olay vasıtasıyla bilmeyi isteme hususunda ısrar ettiklerinde, büyük bir çelişkiye düşerler, bilakis, çoğu sefer onlar bu olayın zorlayıcı bir şey, herhangi başka bir şekilde yorumlanamayan ve şüphe edilemeyen bir şey olmasını gerektiğinde ısrar ederler! Böylece onlar gaybın sırf fiziksele (maddiliğe) dönüşmesini isterler!

Bu yüzden, gayba iman/inanç onların iddia ettiği iman alanı içinde sıfırlanır. Buna rağmen, onlar düşünürler ki, talep ettikleri şey kendilerinin gayba iman etmesi için geçerli haklı bir taleptir!

Onların talep ettiği şeydeki yüksek sesle bağıran çelişkiyi görüyor musunuz, (ki o) Allah’ın (svt) onlardan talep ettiği şeye muhalif(tir), ki o (talep edilen şey) gayba iman etmektir.

Allah’ın (svt) gerçek gayb olduğunu bilirsek, o halde bu insanların durumu üzerinde düşünürüz, göreceğiz ki onlar tamamiyle putperesttirler, yüzde yüz putperesttirler, zira onlar kendilerini bu büyük puta ya da fiziki/bedensel aleme ibadet ettirdiler.

Evet, bir istisna vardır ve onlar gayba ve gerçeğe/hakikate zafer vermiş küçük bir gruptur, böylece onlar göklerde ve kendi nefislerinde onun etkilerini/izlerini gördüler. Onların hepsinin şöyle dediğini duyar gibiyim: [Keşke halkım bilseydi!]

İman ettiğini iddia eden kimselerce kabul edilmesi gereken acı hakikat ve gerçeği bilmesi için kendi kendine yüzleşmesi gereken acı hakikat, kendisinin samimi saf bir imana sahip olmadığıdır, bilakis onun –gayba iman etmenin bir yüzdesini içeren durumdaki- imanı şüphe ve tereddüt ile karışıktır ve kaynakta şüphe olduğu sürece, ortaya konulan şeyden yararlanamazsınız.

Evet, iman ettiğini iddia eden pek çok insanın kendi nefisleri içinde sakladığı gerçek budur ve onların halkın içinde bunu kabul mu ettikleri yoksa inkar mı ettiklerini önemsemiyorum. Onlar yiyecek ile içeceğe iman ederler ve onlar Amerika’nın varlığına, atom bombasının varlığına ve bu fiziki dünyanın varlığına iman ederler, Allah’ın (svt) varlığına iman ettiklerinden 1000 kat fazla.

Gerçek budur ve bu, onların kendi kendilerine yüzleşmedikleri hastalıktır ve eğer onlar onu keşfetmezler ve kendileri için onu ortaya çıkarmazlarsa, asla ilacı bulmayacak ve kendilerinin bu şiddetli hastalıklarından asla kurtulamayacaklardır.

Ahmed el Hasan
Zilkade 1430


Yorum bırakın